Hüseyin Özinal
(çelik kıvılcımlı atlılar geçiverdiler damarlarımdan nal seslerini bir ganimet
gibi bırakıp)
denizin sesiyle uyandım
bir yanım dağ rüzgarlarıyla terli -düşlerim-
bir yanım akdeniz kasırgası -o iklim-
mümkün mü? Seni anımsadım elbet
-doğunun o tütsülü soluğu, bir gece yarısı, akdenizde, bir yaz dinlencesinde,
uykumu bölerek, senin suretinle baş başa bıraktı.-
sabaha kadar uyuyamadım. (1)
Anılar peşimde… Issızlık dolaşırken her yanımı, okyanuslar aryalar eşliğinde ağıtlar yakıyordu. Gövdem, susuz ve sensiz kalmıştı. Sözler uzaklaşıyordu kıyılardan. Sular, sureti oluyordu kimsesizliğin. Suretim, suretindi. Bedenim, bedenin. Geceler örterken kentin yasak aşklarını, gölgeler koynunda saklıyordu tenlerin acısını. Köhne barların loşışıklarında, benzer suretler dokunuyordu ruhların en mahrem yanlarına. Soğuk otel odaları, hızlı sevişmelerin tanığı oluyor, terk ediliyordu yürekler gün doğumuyla. Tenim soyunuyordu, yüreğimin çıplaklığında. Sokaklar kimsesiz kalıyordu. Gecenin çocukları, gölgelerle buluşunca, kanatlarını saklıyordu günahkar melekler. Gecenin karanlığı, günün gizlerine dönüşüyordu. Bedenler ve tenler, ayrılırken otel odalarından, geride, geceye kavuşmayı bekleyen aşklar kalıyordu. Korkular saklanıyordu yüreklerin derinliklerine. Gizli aşklar yaşanıyordu, gölgelerin suretsizliğinde. Unutmak, yaralandığımız yerlerin ilacıydı. Benzerdi, birbirimizin acısını tattığımızda. Aynı kadehten ağu içen sevgililerdik, gecenin onulmaz yalnızlığında. Kasıklarımızda yasak aşkların ateşi, geceyi bekliyorduk. Bildik, tanıdık bir rüyaydı bu. Yalnızlık tragedya’sıydı yaşanan, her gecenin sonunda. Aynalara bakmadan geçiyorduk, suretlerin suskunluğunda.
atlılar gelip geçerlerdi gecenin içinden
ellerinde birer yanan meşale
ve bir tılsımı kuşanmış genç öfkeleriyle
gelip geçerlerdi gecenin içinden
gelip geçerlerdi düşlerimin sarmaşığı çocukluk imgelerimden
ve uyanarak her gece yatağımın içinde
uyanarak hırçın pusatlarına söz geçiren elerinle
değişerek aynalı büyülerin çoğalttığı şehvetle
akıyorum geceden… ellerinden
ellerin… ah ellerin bir eylemdi gecede(2)
Geceler sonsuzluktu, suskunluğunda aşkların. Ganimetleriydi savaşların sevişmelerimiz. Ter ve tütün kokusu karışıyordu gözyaşlarına. Yıkanıyorduk günahların kutsal sularında. Geceye inen gölgelerdik, kentin kuytu köşelerinde. Bir başkası gibi davranıyorduk kendi yalnızlığımızda. Geceden geçip, kendimize varıyordu ellerimiz. Suretlerimiz buluşuyordu aynalarda. Dokunurken erkek olmanın kutsal yasalarına, ellerimiz yaşlanıyordu savruk acılarda. Yüzümüz kırbaç keskinliğinde, tenimiz yaz serinliğinde… Duvarların ötesinden gelip geçiyordu örselenmiş aşklarımız. Geceye kavuşuyordu günahkar bedenlerimiz. Terk edilmekten korkuyorduk, uykusuz gecelerin sabahlarında. Yaşlanıyorduk başka yüreklerin aynasında. Kimsesiz kalıyordu bedenimiz, kendimize sarılmayı öğreniyorduk, terk edilmiş olmanın karasularında.
bir erkek yüzünün en büyük aşklara benzediği zamanlar
ardından kül mevsimi
ya benden geriye kalmıştır
ya sağanaklardan
bu tükenmez tekrarlar
bir de her sabah, mutsuz bir çocukluğun
yetim anısını aydınlatan
sararmış fotoğraflar(3)
Yakıyordum dokunduğum suretleri, sırları dökülmüş aynalarda. Ağlamak yasaklanmıştı erkekler diyarında. Sonsuz bir döngüydü ihanetlerden geriye kalanlar. Dokunsak dağılacaktı yüzyılların yalnızlığı. Öpmek için suretimi, bakarken aynalara, yetim kalmış çocukluğum el sallıyordu soğuk otel odalarında. Yalnız kalıyordu babasız çocuklar, yırtık kalpleri dikiyorlardı ölmüş anneler durağında. Eskimiş anılar saklanıyordu gölgeler ırmağında. Ele veriyordu tüm sırlarını yitik bedenler. Yaralı yürekler dokunuyordu, küskün bir yazın çocukluğuna. Geç kalınmıştı sevdalara. Yalnızlık sarmıştı tenleri. Bir nefeslik sigara içimiydi aşklar… Tenler can oluyordu, suretlerin buluşmalarında. Üşüyordu yürekler cehennem suskunluğunda. Geçiyordu iç içe kederler. Yalnız değildi suretler, ölümlüler katında.
Gaile Dergisi, 22 Mayıs 2011.
(1),(2),(3)/ Sahtiyan /Murathan Mungan
Metis Yayınları/1992